Dizi Film Eleştirileri, Müzik ve müzisyenler hakkında paylaşımlar, Güncel Olaylar

24 Aralık 2016 Cumartesi

Yasin Suresi'nin 5 Türkçe Paralel Meali

Yasin Suresi'nin 5 Türkçe Paralel Meali
yasin suresi meal


YASİN SURESİ

[036.001](AA) يس
[036.001](AU) Yâsîn,
[036.001](DV) Ya, Sin.
[036.001](EH) Yasin.
[036.001](EM) Yâsîn.
[036.001](SA) Yâsin

[036.002](AA) وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ
[036.002](AU) Hikmet dolu Kur'an hakkı için,
[036.002](EH) Hikmetli Ku'ran'ın hakkı için!
[036.002](SA) Hikmetli Kur'ân'a andolsun.
[036.002-3](EM) Ey Muhammed! Hikmetli Kur'ân'a andolsun ki, sen risâlet görevi
[036.002-4](DV) Kuran'i Hakim'e and olsun ki, sen dogru yol uzere gonderilmis peygamberlerdensin.

[036.003](AA) إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
[036.003](AU) Sen şüphesiz peygamberlerdensin.
[036.003](EH) Emin ol ki sen, o elçilikle gönderilen peygamberlerdensin!
[036.003](SA) Kuşkusuz sen gönderilmiş elçilerdensin.

[036.004](AA) عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
[036.004](AU) Doğru yol üzerindesin.
[036.004](EH) Bir dosdoğru yol üzerindesin.
[036.004](EM) Dosdoğru bir yol üzerindesin.
[036.004](SA) Dosdoğru bir yol üzerinde,


[036.005](AA) تَنزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ
[036.005](AU) (Bu Kur'an) üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.
[036.005](EH) Güçlü ve çok merhametli Allah'ın peyderpey indirdiği vahyi ile.
[036.005](SA) Yani üstün ve çok esirgeyen Allâh'ın indirdiği (Kur'ân yolu) üzerindesin.
[036.005-6](DV) Bu, babalari uyarilmadigindan gafil kalmis bir milleti uyarman icin guclu ve merhametli olan Allah'in indirdigi Kuran'dir.
[036.005-6](EM) Babaları korkutulmamış ve kendileri de gafil olan bir kavmi, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah'ın indirdiği (Kur'ân) ile korkutasın.

[036.006](AA) لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أُنذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ
[036.006](AU) Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir.
[036.006](EH) Babaları uyarılmamış olup gaflet içinde olan bir topluluğu uyarasın (vehameti haber veresin) diye.
[036.006](SA) Babaları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için (seni gönderdik).

[036.007](AA) لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَى أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
[036.007](AU) Andolsun ki onların çoğu gafletlerinin cezasını hak etmişlerdir. Çünkü onlar iman etmiyorlar.
[036.007](DV) And olsun ki, hukum cogunun aleyhine gerceklesmistir, bunun icin artik inanmazlar.
[036.007](EH) Andolsun ki, pek çoklarına karşı söz hak olmuştur da artık onlar imana gelmezler.
[036.007](EM) Andolsun ki onların çoğunun üzerine azab sözü hak olmuştur. Onlar imana gelmezler.
[036.007](SA) Andolsun onların çoğuna o söz (cinlerden ve insanlardan bir kısmını cehenneme dolduracağım, sözü) hak oldu; artık onlar inanmazlar.

[036.008](AA) إِنَّا جَعَلْنَا فِي أَعْنَاقِهِمْ أَغْلاَلاً فَهِيَ إِلَى الأَذْقَانِ فَهُم مُّقْمَحُونَ
[036.008](AU) Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır.
[036.008](DV) Boyunlarina, cenelerine kadar varan demir halkalar gecirmisizdir, bunun icin baslari yukari kalkiktir.
[036.008](EH) Çünkü Biz, onların boyunlarına kelepçeler geçirmişiz de onlar, çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar.
[036.008](EM) Çünkü biz onların boyunlarına kelepçeler geçirmişiz. O kelepçeler çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar.
[036.008](SA) Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. Çenelere kadar dayanan o halkalar yüzünden kafaları kalkıktır.

[036.009](AA) وَجَعَلْنَا مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ
[036.009](AU) Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler.
[036.009](DV) Onlerine ve arkalarina sed cekmisizdir. Gozlerini perdeledigimizden artik goremezler.
[036.009](EH) Hem önlerinden bir set, hem arkalarından bir set çekmişiz ve kendilerini sarmışızdır; artık baksalar da görmezler.
[036.009](EM) Hem önlerinden bir sed, arkalarından bir sed çekmişiz, kendilerini sarmışızdır. Baksalar da görmezler.
[036.009](SA) Önlerinden bir sed ve arkalarından bir sed çektik de onları kapattık; artık görmezler.

[036.010](AA) وَسَوَاء عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
[036.010](AU) Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.
[036.010](DV) Onlari uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar.
[036.010](EH) Onları uyarsan da uyarmasan da farketmez, inanmazlar.
[036.010](EM) Onları korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmazlar.
[036.010](SA) Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.

[036.011](AA) إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ
[036.011](AU) Sen ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.
[036.011](DV) Sen ancak, Kuran'a uyan ve gormedigi halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Artik o kimseyi, bagislanma ve comertce verilecek bir ecirle mujdele.
[036.011](EH) Sen ancak Kur'an'a uyan ve Rahman'dan gıyabında saygı besleyen kimseyi sakındırırsın; İşte onu, hem bir bağışlama hem de değerli bir mükafatla müjdele!
[036.011](EM) Sen ancak Kur'ân'a tabi olan ve görünmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir mükafatla müjdele.
[036.011](SA) Sen ancak Zikre uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte öylesini bir mağfiret ve güzel bir mükâfâtla müjdele.

[036.012](AA) إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ وَكُلَّ شَيْءٍ أحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ
[036.012](AU) Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) sayıp yazmışızdır.
[036.012](DV) suphesiz oluleri dirilten, islediklerini ve eserlerini yazan Biziz; herseyi, apacik bir kitabda saymisizdir.
[036.012](EH) Gerçekten Biz Biziz, ölüleri diriltiriz; önden gönderdiklerim ve bıraktıktan eserleri kitaba geçiririz. Zaten herşeyi açık bir kütükte "İmam-ı Mübin" de de ihsa (sayıp tesbit) etmişizdir.
[036.012](EM) Gerçekten biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten biz her şeyi açık bir kütükte, bir "imam- ı mübin"de (ana kitapta, yani Levh- i mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir.
[036.012](SA) Biziz, biz ki, ölüleri diriltiriz ve öne sürdükleri işleri ve bıraktıkları eserleri yazarız. Zaten biz, her şeyi apaçık bir kütüğe ayrıntılı olarak kaydetmişizdir.

[036.013](AA) وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلاً أَصْحَابَ الْقَرْيَةِ إِذْ جَاءهَا الْمُرْسَلُونَ
[036.013](AU) Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti.
[036.013](DV) Insanlara, halkina elciler gelen kasabalari anlat:
[036.013](EH) Ve onlara o şehir halkını örnek ver. Hani oraya o gönderilen elçiler varmıştı.
[036.013](EM) Sen onlara, o şehir halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.
[036.013](SA) Onlara elçilerin geldiği şu kent halkını misâl olarak anlat:

[036.014](AA) إِذْ أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُوا إِنَّا إِلَيْكُم مُّرْسَلُونَ
[036.014](AU) İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz! dediler.
[036.014](DV) Onlara iki elci gondermistik; onu yalanladiklari icin ucuncu biriyle desteklemistik. Onlar: "Biz size gonderildik" demislerdi.
[036.014](EH) Hani onlara o iki elçiyi göndermiştik de onları yalanladılar; Biz de bir üçüncüsüyle onları güçlendirdik, varıp: "Haberiniz olsun, biz sizlere gönderilmiş elçileriz." dediler.
[036.014](EM) Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: "Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz." dediler.
[036.014](SA) Biz onlara iki elçi gönderdik, onları yalanladılar, biz de (elçileri) üçüncü biriyle destekledik. Dediler ki: "Biz size gönderilen elçileriz."

[036.015](AA) قَالُوا مَا أَنتُمْ إِلاَّ بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَمَا أَنزَلَ الرَّحْمن مِن شَيْءٍ إِنْ أَنتُمْ إِلاَّ تَكْذِبُونَ
[036.015](AU) Elçilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahmân, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz.
[036.015](DV) Kasabalilar: "Siz de ancak bizim gibi birer insansiniz. Rahman da bir sey indirmemistir. Sadece yalan soyluyorsunuz" demislerdi.
[036.015](EH) Siz bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz, hem Rahman hiç birşey indirmedi; siz sırf yalan söylüyorsunuz! dediler.
[036.015](EM) Onlar da: "Siz bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz, hem Rahman olan Allah, hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz." dediler.
[036.015](SA) (Kentliler) Dediler ki: "Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Rahmân bir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz."

[036.016](AA) قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ
[036.016](AU) (Elçiler) dediler ki: Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.
[036.016](EH) Elçiler: " Rabbimiz biliyor ki, biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.
[036.016](EM) Peygamberler dediler ki: "Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz."
[036.016](SA) (Elçiler) Dediler ki: "Rabbimiz bilir ki biz size gönderilmiş elçileriz."
[036.016-7](DV) Elciler: Dogrusu Rabbimiz bizim size gonderildigimizi bilir; bize dusen ancak apacik tebligdir" demislerdi.

[036.017](AA) وَمَا عَلَيْنَا إِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
[036.017](AU) Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah'ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir dediler.
[036.017](EH) Açık bir tebliğden ötesi ise bizim üstümüze (vazife) değildir!" dediler.
[036.017](EM) Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir.
[036.017](SA) Bizim üzerimize düşen, yalnız açıkça duyurmaktır.

[036.018](AA) قَالُوا إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ لَئِن لَّمْ تَنتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
[036.018](AU) (Bunun üzerine onlar:) Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun sizi taşlarız. Ve bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur, dediler.
[036.018](DV) Kasabalilar: "Dogrusu sizin yuzunuzden ugursuzluga ugradik; vazgecmezseniz and olsun ki sizi taslayacagiz ve bizden size can yakici bir azap dokunacaktir" demislerdi
[036.018](EH) Onlar: "Doğrusu, biz sizi uğursuzluk nedeni saydık. Yemin ederiz ki, vazgeçmezseniz sizi hiç tınmadan taşlarız ve kesinlikle size bizden acıklı bir azap dokunur." dediler.
[036.018](EM) Onlar dediler ki: "Herhalde biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi hiç tınmadan taşlarız ve mutlaka bizden size pek acıklı bir azab dokunur."
[036.018](SA) (Kentliler) Dediler ki: "Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlarız ve bizden size acı bir azâb dokunur."

[036.019](AA) قَالُوا طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ أَئِن ذُكِّرْتُم بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ مُّسْرِفُونَ
[036.019](AU) Elçiler şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz aşırı giden bir milletsiniz.
[036.019](DV) Elciler: "Ugursuzlugunuz kendinizdendir. Bu ugursuzluk size ogut verildigi icin mi? Hayir; siz, asiri giden bir milletsiniz" demislerdi.
[036.019](EH) Elçiler: "Sizin uğursuzluk kuşunuz beraberinizdedir. Size öğüt verilse de öyle mi? Doğrusu siz israfı adet etmiş bir topluluksunuz." dediler.
[036.019](EM) Peygamberler de şöyle cevap verdiler: "Sizin uğursuzluğunuz beraberinizdedir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavimsiniz."
[036.019](SA) (Elçiler) Dediler ki: "Uğursuzluğunuz sizin kendinizdedir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır siz aşırı giden bir kavimsiniz."

[036.020](AA) وَجَاء مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِينَ
[036.020](AU) Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. "Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz!"
[036.020](DV) sehrin obur ucundan kosarak bir adam gelmis ve soyle demisti: "Ey Milletim! Gonderilen elcilere uyun."
[036.020](EH) o sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve dedi ki: "Ey hemşerilerim, uyun o gönderilen elçilere!
[036.020](EM) O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: "Ey kavmim! Uyun o elçilere!"
[036.020](SA) Kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: "Ey kavmim, elçilere uyun." dedi.

[036.021](AA) اتَّبِعُوا مَن لاَّ يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا وَهُم مُّهْتَدُونَ
[036.021](AU) Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir.
[036.021](DV) Sizden bir ucret istemeyenlere uyun, onlar dogru yoldadirlar.
[036.021](EH) Uyun sizden bir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar doğru yola ermişlerdir.
[036.021](EM) Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir.
[036.021](SA) Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.

[036.022](AA) وَمَا لِي لاَ أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
[036.022](AU) Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O'na döndürüleceksiniz.
[036.022](DV) Beni yaratana ne diye kulluk etmeyeyim? Siz de O'na doneceksiniz.
[036.022](EH) Hem neden kulluk etmeyeyim ben o beni yaratana, hep de döndürülüp O'na götürüleceksiniz!
[036.022](EM) Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz.
[036.022](SA) Ben niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Siz de hep O'na döndürüleceksiniz.

[036.023](AA) أَأَتَّخِذُ مِن دُونِهِ آلِهَةً إِن يُرِدْنِ الرَّحْمَن بِضُرٍّ لاَّ تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلاَ يُنقِذُونِ
[036.023](AU) O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların (putların) şefâati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar.
[036.023](DV) O'nu birakip da tanrilar edinir miyim? Eger Rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse, o tanrilarin sefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar.
[036.023](EH) Ben hiç O'ndan başka tanrılar mı edinirim? Eğer o Rahman, bana bir keder irade buyurursa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve beni kurtaramazlar.
[036.023](EM) Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar.
[036.023](SA) O'ndan başka tanrılar edinir miyim hiç? Eğer O çok esirgeyen, bana bir zarar vermek dilese, onların şefâ'ati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar."

[036.024](AA) إِنِّي إِذًا لَّفِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
[036.024](AU) İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum.
[036.024](DV) Dogrusu o takdirde apacik bir sapiklik icinde olurum."
[036.024](EH) Şüphesiz ben, o takdirde açık bir sapıklık içindeyimdir.
[036.024](EM) Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum.
[036.024](SA) O takdirde ben, apaçık bir sapıklık içinde olurum.

[036.025](AA) إِنِّي آمَنتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِ
[036.025](AU) Şüphesiz ben, Rabbinize inandım, beni dinleyin.
[036.025](DV) suphesiz ben Rabbinize inandim, beni dinleyin.
[036.025](EH) Haberiniz olsun ki, ben Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni!"
[036.025](EM) Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni.
[036.025](SA) Ben sizin Rabbinize inandım, (gelin) beni dinleyin.

[036.026](AA) قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ
[036.026](AU) Ona: Cennete gir" denilince. "Keşke, dedi, kavmim bilseydi!"
[036.026](EH) Denildi ki: "Haydi. gir cennete!" O: "Ah ne olurdu, kavmim bilseydi
[036.026](EM) (Sonra ona) "haydi gir cennete!" denildi. O da dedi ki: "Ne olurdu kavmim bilseydi!"
[036.026](SA) Ona: "Cennete gir" denilince: "Keşke, dedi, kavmim bilseydi.
[036.026-7](DV) Ona "Cennete gir" denince, "Keski milletim Rabbimin beni bagisladigini ve beni ikrama mazhar olanlardan kildigini bilseydi! demisti.

[036.027](AA) بِمَا غَفَرَ لِي رَبِّي وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ
[036.027](AU) Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını!
[036.027](EH) Rabbimin beni bağışlamasın) ve beni ikram olunan kullarından kıldığım."
[036.027](EM) Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını.
[036.027](SA) Rabbimin beni bağışladığını ve beni ağırlananlardan kıldığını!"

[036.028](AA) وَمَا أَنزَلْنَا عَلَى قَوْمِهِ مِن بَعْدِهِ مِنْ جُندٍ مِّنَ السَّمَاء وَمَا كُنَّا مُنزِلِينَ
[036.028](AU) Biz ondan sonra, onun milletini helâk etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik.
[036.028](EH) Arkasından kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.
[036.028](EM) Biz arkasından kavminin üzerine bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.
[036.028](SA) Ondan sonra biz, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirici de değildik, (buna gerek yoktu).
[036.028-9](DV) Ondan sonra milleti uzerine gokten bir ordu indirmedik; zaten indirecek de degildik; sadece tek bir ciglik... o kadar, hemen sonup gittiler.

[036.029](AA) إِن كَانَتْ إِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ
[036.029](AU) (Onları helâk eden) korkunç sesten başka bir şey değildi. Birdenbire sönüverdiler.
[036.029](EH) O sadece bir sayha (gürültü) oldu; hemen sönüverdiler.
[036.029](EM) Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler.
[036.029](SA) Sâdece korkunç bir gürültü oldu, hemen sönüverdiler.

[036.030](AA) يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلاَّ كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُون
[036.030](AU) Ne yazık şu kullara! Onlara bir peygamber gelmeyegörsün, ille de onunla alay etmeye kalkışırlar.
[036.030](DV) Kullara yaziklar olsun! Kendilerine hangi elci gelse, onu alaya aliyorlardi.
[036.030](EH) Yazıklar olsun o kullara ki kendilerine gelen her peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.
[036.030](EM) Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine glen her bir peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.
[036.030](SA) Yazık şu kullara! Kendilerine gelen her elçi ile mutlaka alay ederlerdi.

[036.031](AA) أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنْ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لاَ يَرْجِعُونَ
[036.031](AU) Müşrikler görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice kavimler helâk ettik. Onlar tekrar dönüp de bunlara gelmezler.
[036.031](DV) Kendilerinden once nice nesilleri yok ettigimizi, onlarin bir daha kendilerine donmediklerini gormezler mi?
[036.031](EH) Baksalar ya kendilerinden önce nice nesiller helak etmişiz. Onlar, hiç onlara dönüp gelmiyorlar (dünyaya bir daha dönmüyorlar).
[036.031](EM) Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice kuşakları helak etmişiz. Onlar artık kendilerine dönüp gelmiyorlar.
[036.031](SA) Görmediler mi kendilerinden önce nice nesilleri yok ettik; onlar bir daha kendilerine dönüp gelmezler?

[036.032](AA) وَإِن كُلٌّ لَّمَّا جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ
[036.032](AU) Elbette onların hepsi (kıyamet gününde) karşımızda hazır bulunacaklar.
[036.032](DV) Hepsi huzurumuza getirileceklerdir.
[036.032](EH) Ancak hepsi toplanıp, bizim huzurumuza celbedilmişlerdir.
[036.032](EM) Onların hepsi toplanıp, sadece bizim huzurumuza getirilmişlerdir.
[036.032](SA) Ancak hepsi toplandığı zaman huzûrumuza getirileceklerdir.

[036.033](AA) وَآيَةٌ لَّهُمُ الْأَرْضُ الْمَيْتَةُ أَحْيَيْنَاهَا وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ
[036.033](AU) (Bu hususta) ölü toprak onlar için mühim bir delildir. Biz ona yağmurla hayat verdik ve ondan dane çıkardık. İşte onlar bundan yerler.
[036.033](DV) Iste onlara bir delil: Olu yeri diriltir ve oradan taneler cikarariz da ondan yerler.
[036.033](EH) Hem ölü toprak onlara bir delildir. Biz ona hayat verdik ve onda taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.
[036.033](EM) Hem bir delildir onlara ölü toprak. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.
[036.033](SA) Ölü toprak, onlar için bir âyettir, (ölüleri nasıl dirilteceğimize işârettir): Biz onu dirilttik, ondan dâne çıkardık da ondan yiyorlar.

[036.034](AA) وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا فِيهَا مِنْ الْعُيُونِ
[036.034](AU) Biz, yeryüzünde nice nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yarattık ve oralarda birçok pınarlar fışkırttık.
[036.034](DV) Orada hurmaliklar ve uzum baglari var ederiz, aralarinda pinarlar fiskirtiriz.
[036.034](EH) Orada cennetler yaptık; hurma bahçeleri, üzüm bağları (daha neler) neler! İçlerinde pınarlar akıttık.
[036.034](EM) Biz orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yaptık. İçlerinde pınarlardan sular fışkırttık.
[036.034](SA) Orada hurma ve üzüm bahçeleri yarattık; orada çeşmeler akıttık.

[036.035](AA) لِيَأْكُلُوا مِن ثَمَرِهِ وَمَا عَمِلَتْهُ أَيْدِيهِمْ أَفَلَا يَشْكُرُونَ
[036.035](AU) Ta ki, onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler. Hâla şükretmeyecekler mi?
[036.035](DV) Onun ve elleriyle yaptiklarinin urunlerini yesinler; sukretmezler mi?
[036.035](EH) Ürününden ve kendi elleriyle elde ettikleri mamüllerinden yesinler diye; hala şükretmeyecekler mi?
[036.035](EM) (Bunu), Onun ürününden ve kendi elleriyle yaptıklarından yesinler diye (yaptık). Hâlâ şükretmeyecekler mi?
[036.035](SA) Ki o(suyun, yâhut bahçe)nin ürününden ve ellerinin emeğinden yesinler. Hâlâ şükretmiyorlar mı?

[036.036](AA) سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ
[036.036](AU) Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı tesbih ve takdis ederim.
[036.036](DV) Yerin yetistirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden cift cift yaratan Allah munezzehtir.
[036.036](EH) Yüce ve münezzehtir o ki, herşeyden çiftler meydana getiriyor; yerin bitirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmeyecekleri neler, nelerden!
[036.036](EM) Yerin bitkilerinden, kendi nefislerinden ve daha bilemeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ın şanı ne yücedir.
[036.036](SA) Ne yücedir O (Allâh) ki toprağın bitirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden olan bütün çiftleri yaratmıştır.

[036.037](AA) وَآيَةٌ لَّهُمْ اللَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُم مُّظْلِمُونَ
[036.037](AU) Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler.
[036.037](DV) Onlara bir delil de gecedir: Gunduzu ondan siyiririz da karanlikta kaliverirler.
[036.037](EH) Gece de onlara bir delildir. Ondan gündüzü soyarız (çekip alırız), bir de bakarlar ki, karanlığa dalmışlar.
[036.037](EM) Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar.
[036.037](SA) Gece de onlar için bir âyettir. Gündüzü ondan soyup, alırız, birden onlar karanlıkta kalıverirler.

[036.038](AA) وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
[036.038](AU) Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.
[036.038](DV) Gunes de yorungesinde yuruyup gitmektedir. Bu, guclu ve bilgin olan Allah'in kanunudur.
[036.038](EH) Güneş de, (bir delildir ki) kendisine mahsus bir karargah için akıp gidiyor, işte bu, güçlü ve herşeyi bilen (Allah) ın takdiridir.
[036.038](EM) Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
[036.038](SA) Güneş de kendi müstekarrı (istikrârı veya istikrâr bulacağı yer) için akıp gider. Bu, üstün ve bilen(Allâh)ın takdiridir.

[036.039](AA) وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ
[036.039](AU) Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner.
[036.039](DV) Ay icin de sonunda kuru bir hurma dalina donecegi konaklar tayin etmisizdir.
[036.039](EH) Aya da; ona da bir takım menziller tayin etmişizdir, nihayet dönmüş (dolanmış) eğri bir hurma dalı gibi olmuştur.
[036.039](EM) Ay'a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür.
[036.039](SA) Aya da konaklar tâyin ettik. Nihâyet o, eski urcun(hurma salkımının sapın)a benzer bir hâle geldi.

[036.040](AA) لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
[036.040](AU) Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.
[036.040](DV) Aya erismek gunese dusmez. Gece de gunduzu gecemez. Her biri bir yorungede yururler.
[036.040](EH) Ne güneşin Aya (yetişip) çatması kendisine (çarpması) yaraşır, ne de gece gündüzü geçer; herbiri birer felekte (yörüngede) yüzerler.
[036.040](EM) Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.
[036.040](SA) Ne güneş aya erişebilir, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzmektedirler.

[036.041](AA) وَآيَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
[036.041](AU) Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibrettir.
[036.041](EH) Onlara bir delil de o dolu gemide zürriyetlerini taşımamız;
[036.041](EM) Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.
[036.041](SA) Onlar için bir âyet de, onların çoçuklarını dolu gemide taşımamız,
[036.041-2](DV) Onlara bir delil de: Soylarini dolu gemiyle tasimamiz ve kendileri icin bunun gibi daha nice binekler yaratmis olmamizdir.

[036.042](AA) وَخَلَقْنَا لَهُم مِّن مِّثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ
[036.042](AU) Onlar için, bunun gibi binecekleri başka şeyler de yarattık.
[036.042](EH) ve kendilerine o gibisinden binecek şeyler yaratmamızdır.
[036.042](EM) Yine kendileri için onun gibi binecek şeyler yaratmamızdır.
[036.042](SA) Ve kendilerine onun gibi binecekleri nice şeyler yaratmamızdır.

[036.043](AA) وَإِن نَّشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَرِيخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنقَذُونَ
[036.043](AU) Dilesek onları suda boğarız. O zaman ne onların imdadına koşan olur, ne de onlar kurtarılırlar.
[036.043](DV) Dilesek, onlari suda bogardik; ne yardimlarina kosan bulunur ve ne de kendileri kurtulabilirlerdi.
[036.043](EH) Ödersek onları (suda) boğarız da o zaman onlara ne feryatçı vardır ne de onlar kurtarılırlar.
[036.043](EM) Eğer dilesek onları boğarız da o zaman ne onların feryadına yetişen bulunur, ne de onlar kurtarılır.
[036.043](SA) Dilesek onları (suda) boğarız, ne kendilerine imdad (eden) olur, ne de kurtarılırlar.

[036.044](AA) إِلَّا رَحْمَةً مِّنَّا وَمَتَاعًا إِلَى حِينٍ
[036.044](AU) Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dünyadan faydalandırmamız müstesnadır.
[036.044](DV) Ama katimizdan bir rahmet ve bir sureye kadar gecinme olarak onlari geri biraktik.
[036.044](EH) Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak başka.
[036.044](EM) Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak başka.
[036.044](SA) Ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar yaşatma vardır (acıyarak onları bir süre yaşatırız).

[036.045](AA) وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
[036.045](AU) Onlara yapmakta olduğunuz ve yapıp arkada bıraktığınız işlerde Allah'tan korkun; umulur ki size merhamet olunur denildiğinde (aldırmazlar).
[036.045](DV) Onlari: "Gecmisinizden ve geleceginizden sakinin, belki acinirsiniz" dendigi zaman yuz cevirirler.
[036.045](EH) Durum böyle iken onlara : "Önünüzdekini ve arkanızdakini gözetip korunun ki rahmete erişeniz." denildiği zaman;
[036.045](EM) Durum böyle iken onlara: "Önünüzdekinden ve arkanızdakinden korkun ki size rahmet edilsin" denildiği zaman,
[036.045](SA) Onlara: "Önünüzdeki ve arkanızdaki (yani sizden önce geçen ve ileride sizi bekleyen) olaylardan sakının ki, esirgenesiniz," dendiği zaman (aldırmazlar).

[036.046](AA) وَمَا تَأْتِيهِم مِّنْ آيَةٍ مِّنْ آيَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ
[036.046](AU) Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmeyedursun, ille de ondan yüz çevirmişlerdir.
[036.046](DV) Zaten Rabbinin ayetlerinden herhangi biri kendilerine geldiginde ondan hep yuz ceviregelmislerdi.
[036.046](EH) kendilerine Rablerinin ayetlerinden her hangi bir ayet de gelse, mutlaka ondan yüz çevire geldiler.
[036.046](EM) Ve kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldiği zaman mutlaka ondan yüz çevirirler.
[036.046](SA) Zaten, onlara Rabblerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki ondan yüz çevirmiş olmasınlar.

[036.047](AA) وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمْ اللَّهُ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنُطْعِمُ مَن لَّوْ يَشَاء اللَّهُ أَطْعَمَهُ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
[036.047](AU) Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz.
[036.047](DV) Onlara: "Allah'in size verdigi riziktan sarfedin" denince inkar edenler inananlara: "Allah dileseydi doyurabilecegi bir kimseyi biz mi doyuralim? Dogrusu siz apacik bir sapikliktasiniz" derler.
[036.047](EH) Onlara: "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın" denildiği zaman, o kafirler, iman edenler için şöyle dediler: "Allah'ın, dileseydi yiyecek verebileceği kimseyi biz hiç yedirir miyiz, siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?"
[036.047](EM) Onlara: "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın" dendiği zaman, o kâfirler, müminler için: "Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?" dediler.
[036.047](SA) Onlara: "Allâh'ın size verdiği rızıktan (Allâh için) verin!" dendiği zaman, nankörler, inananlara: "Allâh'ın dilediği takdirde yedireceği bir kimseye biz mi yedirelim? Doğrusu siz, apaçık bir sapıklık içindesiniz." derler.

[036.048](AA) وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
[036.048](AU) Onlar: Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecektir? derler.
[036.048](DV) Dogru sozlu iseniz bildirin bu vaad ne zamandir? derler.
[036.048](EH) Ve:"Ne zaman bu tehdit , (gerçekleşek eğer) doğru (sözlü) iseniz." diyorlar.
[036.048](EM) Yine onlar: "Eğer doğru söylüyorsanız bu (kıyamet) vaadi ne zaman?" diyorlar.
[036.048](SA) Ve: "Eğer doğru söylüyorsanız bu tehdid (ettiğiniz azâb) ne zaman (gelecek)?" diyorlar.

[036.049](AA) مَا يَنظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ
[036.049](AU) Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar.
[036.049](DV) Cekisip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek cigligi beklerler.
[036.049](EH) (Ondan) sadece bir tek sayhaya bakıyorlar, bir sayha ki, onlar çekişip dururlarken kendilerini yakalayıverir.
[036.049](EM) Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir.
[036.049](SA) Onların işi sadece korkunç bir sese bakar. Çekişip dururlarken ansızın o, kendilerini yakalar.

[036.050](AA) فَلَا يَسْتَطِيعُونَ تَوْصِيَةً وَلَا إِلَى أَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ
[036.050](AU) İşte o anda onlar ne bir vasiyyette bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
[036.050](DV) O zaman, artik ne vasiyet edebilirler ne de ailelerine donebilirler.
[036.050](EH) o zaman bir tavsiyede bile bulunamazlar; ailelerine de dönemezler.
[036.050](EM) O zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler.
[036.050](SA) Artık ne bir tavsiye yapabilirler, ne de âilelerine dönebilirler.

[036.051](AA) وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ الْأَجْدَاثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ
[036.051](AU) Nihayet Sûr'a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler.
[036.051](DV) Sura uflenince, kabirlerinden Rablerine kosarak cikarlar.
[036.051](EH) Sur üfrülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.
[036.051](EM) Sûr'a üfürülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.
[036.051](SA) Sûr'a üflendi. İşte onlar kabirlerden Rablerine koşuyorlar.

[036.052](AA) قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ
[036.052](AU) (İşte o zaman:) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahmân'ın vâdettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler! derler.
[036.052](DV) Vah halimize! Yattigimiz yerden bizi kim kaldirdi? derler. Onlara: "Iste Rahman olan Allah'in vadettigi budur, peygamberler dogru soylemislerdi" denir.
[036.052](EH) Eyvah başımıza gelenlere! Bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı? O Rahmin' in va'd buyurduğu işte buymuş. Gönderilen peygamberler doğru söylemişler derler.
[036.052](EM) Onlar: "Eyvah başımıza gelenlere! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? O Rahmân'ın vaad buyurduğu işte bu imiş. Gönderilen peygamberler de doğru söylemişler" derler.
[036.052](SA) Dediler: "Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahmân'ın va'dettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş!"

[036.053](AA) إِن كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ
[036.053](AU) Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.
[036.053](DV) Tek bir ciglik kopar, hepsi, hemen huzurumuza getirilmis olur.
[036.053](EH) Başka değil, sadece bir sayha olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir.
[036.053](EM) Başka değil, sadece bir tek çığlık olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir.
[036.053](SA) Sâdece bir tek gürültü olur, hemen onların hepsi huzûrumuza getirilirler.

[036.054](AA) فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَلَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
[036.054](AU) O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız.
[036.054](DV) Artik bugun kimseye hicbir haksizlikta bulunulmaz. Islediklerinizden baskasiyla karsilik gormezsiniz.
[036.054](EH) Artık bugün hiç kimseye zerrece zulmedilmez. Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.
[036.054](EM) Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez. Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.
[036.054](SA) O gün, hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz ve siz ancak yaptığınızın cezâsını çekersiniz.

[036.055](AA) إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ
[036.055](AU) O gün cennetlikler, gerçekten nimetler içinde safa sürerler.
[036.055](DV) Dogrusu bugun, cennetlikler eglenceyle mesguldurler.
[036.055](EH) Gerçekten cennetlikler bugün bir eğlence içinde zevk etmektedirler.
[036.055](EM) Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler.
[036.055](SA) O gün cennet halkı, bir iş içinde eğlenirler.

[036.056](AA) هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِؤُونَ
[036.056](AU) Onlar ve eşleri gölgeler altında tahtlara kurulurlar.
[036.056](DV) Onlar ve esleri golgeliklerde, tahtlar uzerine yaslanmislardir.
[036.056](EH) Kendileri ve eşleri gölgelikler içinde koltuklar üzerinde kurulmuşlardır.
[036.056](EM) Kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır.
[036.056](SA) Kendileri ve eşleri, gölgelerde, koltuklara yaslanmışlardır.

[036.057](AA) لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُم مَّا يَدَّعُونَ
[036.057](AU) Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir.
[036.057](DV) Orada meyveler ve her istedikleri onlarindir.
[036.057](EH) Onlara orada bir meyve vardır. Onlara orada ne isterlerse vardır.
[036.057](EM) Onlara orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey onlarındır.
[036.057](SA) Orada onlar için meyvalar ve istedikleri her şey vardır.

[036.058](AA) سَلَامٌ قَوْلًا مِن رَّبٍّ رَّحِيمٍ
[036.058](AU) Onlara merhametli Rabb'in söylediği selam vardır.
[036.058](DV) Merhametli olan Rab katindan onlara selam vardir.
[036.058](EH) Merhametli Rabbin kelamı bir " Selam " olacak.
[036.058](EM) (Onlara) Rahîm olan Rab'den "selâm" sözü vardır.
[036.058](SA) Çok esirgeyen Rabden (onlara) sözle selâm (vardır).

[036.059](AA) وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
[036.059](AU) Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!
[036.059](EH) Haydin ayrılın bugün ey suçlular!
[036.059](EM) Ey günahkârlar! Bugün siz bir tarafa ayrılın.
[036.059](SA) Ey suçlular, bugün şöyle ayrılın!
[036.059-1](DV) Allah soyle buyurur: "Ey suclular! Bugun muminlerden ayrilin. Ey insanogullari! Ben size, seytana tapmayin, o sizin icin apacik bir dusmandir, Bana kulluk edin, bu dogru yoldur, diye bildirmedim mi?"

[036.060](AA) أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
[036.060](AU) Ey Adem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır demedim mi?
[036.060](EH) Ey Adem oğulları, Ben size şeytana kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır, diye and vermedim mi?
[036.060](SA) Ey Âdem oğulları, ben size and vermedim mi: Şeytâna tapmayın o sizin apaçık düşmanınızdır.
[036.060-1](EM) Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size and vermedim mi? (buyurulacak)

[036.061](AA) وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
[036.061](AU) Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur demedim mi?
[036.061](EH) Bana kulluk edin, doğru yol budur, diye.
[036.061](SA) Bana tapın doğru yol budur diye?"

[036.062](AA) وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنكُمْ جِبِلًّا كَثِيراً أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ
[036.062](AU) Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?
[036.062](DV) And olsun ki, o sizden nice nesilleri saptirmisti, akletmez miydiniz?
[036.062](EH) Böyle, iken yüceliğime karşı o içinizden bir çok nesilleri yoldan çıkardı. O zaman sizin akıllarınız yok muydu?
[036.062](EM) Böyle iken o sizden birçok nesilleri yoldan çıkardı. Ya o zaman düşünmüyor muydunuz?
[036.062](SA) O, sizden birçok kuşağı saptırmıştı. Düşünmüyor muydunuz?

[036.063](AA) هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
[036.063](AU) İşte, bu size vâdedilen cehennemdir.
[036.063](DV) Iste bu, size soz verilen cehennemdir.
[036.063](EH) İşte bu va'd olunup durduğunuz cehennem.
[036.063](EM) İşte bu size vaad edilen cehennemdir.
[036.063](SA) İşte size söylenen cehennem!

[036.064](AA) اصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ
[036.064](AU) İnkârınız sebebiyle bugün oraya girin!
[036.064](DV) Bugun, inkarciliginiza karsilik oraya girin.
[036.064](EH) Bugün yaslanın bakalım ona inkar ettiğiniz için.
[036.064](EM) Bugün yaslanın ona bakalım inkâr ettiğiniz için.
[036.064](SA) İnkârınızdan dolayı bugün oraya girin!

[036.065](AA) الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
[036.065](AU) O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.
[036.065](DV) Iste o gun agizlarini muhurleriz, Bizimle elleri konusur, ayaklari da yaptiklarina sahidlik eder.
[036.065](EH) Bugün ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayaklar şahitlik eder.
[036.065](EM) Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.
[036.065](SA) O gün ağızlarını mühürleriz, elleri bize söyler, ayakları yaptıklarına şâhidlik eder.

[036.066](AA) وَلَوْ نَشَاء لَطَمَسْنَا عَلَى أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَأَنَّى يُبْصِرُونَ
[036.066](AU) Dilesek onların gözlerini büsbütün kör ederdik. O zaman doğru yolu bulmaya koşuşurlar, ama nasıl göreceklerdi?
[036.066](DV) Dilesek, gozlerini kor ederdik de yol bulmaga calisirlardi. Nasil gorebilirlerdi?
[036.066](EH) Hem dileseydik gözlerini üzerinden silme kör ediverirdik de yola dökülürlerdi. Fakat nereden görecek- ler.
[036.066](EM) Hem dileseydik gözlerini üzerinden silme kör ediverirdik de yola dökülürlerdi. Fakat nereden görecekler?
[036.066](SA) Dilesek gözlerini silerdik de yola dökülürlerdi, ama nasıl görecekler?

[036.067](AA) وَلَوْ نَشَاء لَمَسَخْنَاهُمْ عَلَى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِيًّا وَلَا يَرْجِعُونَ
[036.067](AU) Eğer dilesek oldukları yerde onların şekillerini değiştirirdik de ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi ne de geri gelmeye!
[036.067](DV) Dilesek, onlari olduklari yerde dondururduk da, ne ileri gidebilirler ve ne de geri donebilirlerdi.
[036.067](EH) Yine dilesek kendilerini oldukları yerde kılıklarını değiştirirdik de ne ileri gidebilirlerdi, ne de dönebilirlerdi.
[036.067](EM) Yine dileseydik oldukları yerde kılıklarını değiştirirdik de ne ileri gidebilirlerdi, ne de geri dönebilirlerdi.
[036.067](SA) Dilesek kılıklarını değiştirip onları oldukları yerde dondururduk, ne ileri gidebilir, ne geri dönebilirlerdi.

[036.068](AA) وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ أَفَلَا يَعْقِلُونَ
[036.068](AU) Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?
[036.068](DV) Uzun omurlu yaptigimizin hilkatini tersine cevirmisizdir. Akletmezler mi?
[036.068](EH) Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak yaratılışta onu tersine çeviri(p güçten düşürü)yoruz. Hala akıllanmayacaklar mı?
[036.068](EM) Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu (güç ve kuvvetini alarak) tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?
[036.068](SA) Kime uzun ömür versek, onun yaratılışını baş aşağı çevirir(gücünü azaltır)ız, (sonunda zayıflar, ihtiyarlar). Akıllarını kullanmıyorlar mı?

[036.069](AA) وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ
[036.069](AU) Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.
[036.069](DV) Biz ona siir ogretmedik, zaten ona gerekmezdi. Bu bir ogut ve apacik Kuran'dir.
[036.069](EH) Biz ona şiir öğretmedik, ona yakışmaz da; o sadece bir öğüt ve parlak bir Kur'an'dır.
[036.069](EM) Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da... O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır.
[036.069](SA) Biz ona (Muhammed'e) şiir öğretmedik, (şiir) ona yakışmaz da. O(na vahyedilen) sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır.

[036.070](AA) لِيُنذِرَ مَن كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ
[036.070](AU) Diri olanları uyarsın ve kâfirler cezayı hak etsinler diye.
[036.070](DV) Diri olan kimseyi uyarsin ve verilen soz de inkarcilarin aleyhine ciksin.
[036.070](EH) Diri olanı uyandırmak, nankörlere de o azap sözünün gerekmesi için.
[036.070](EM) (Bu), diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azab sözünün hak olması içindir.
[036.070](SA) (Bu Kur'ân Muhammed'e vahyedilmiştir) Ki, diri olanları uyarsın ve inkâr edenlere de (azâb) söz(ü) hak olsun.

[036.071](AA) أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ
[036.071](AU) Görmüyorlar mı ki, biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır.
[036.071](DV) Kudretimizle kendileri icin hayvanlar yarattgimizi gormezler mi? Onlara sahip olmaktadirlar.
[036.071](EH) Şunu da görmediler mi: Biz onlar için ellerimizin yaptıklarından bir takım yumuşak hayvanlar yaratmışız da onlara sahip bulunuyorlar.
[036.071](EM) Şunu da görmediler mi: Biz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yaratmışız da onlara sahip bulunuyorlar.
[036.071](SA) Görmediler mi ellerimizin yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık da kendileri onlara mâlik olmaktadırlar?

[036.072](AA) وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ
[036.072](AU) Bu hayvanları onların emrine verdik. Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler.
[036.072](DV) Onlari kendilerinin buyruguna verdik; bindikleri de, etini yedikleri de vardir.
[036.072](EH) Onları kendilerine zebun etmişiz de hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar.
[036.072](EM) Onları, kendilerinin hizmetine vermişiz de, hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar.
[036.072](SA) Onları kendilerine boyun eğdirdik,onlardan bazıları binekleridir, ve onlardan bazılarını da yerler.

[036.073](AA) وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ أَفَلَا يَشْكُرُونَ
[036.073](AU) Bu hayvanlarda onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâla şükretmezler mi?
[036.073](DV) Onlarda daha nice faydalar, icecekler vardir. sukretmezler mi?
[036.073](EH) Onlarda daha bir çok menfaatleri ve türlü içecekleri de var. Hala şükretmeyecekler mi?
[036.073](EM) Onlarda daha birçok menfaatleri ve türlü içecekleri de var. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
[036.073](SA) Kendileri için onlarda daha birçok yararlar ve içecekler var. Hâlâ şükretmiyorlar mı?

[036.074](AA) وَاتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنصَرُونَ
[036.074](AU) Onlar, yardım göreceklerini umarak Allah'tan başka ilâhlar edindiler.
[036.074](DV) Allah'i birakip da, kendilerine yardimi dokunur diye, baska tanrilar edindiler.
[036.074](EH) Tuttular bir de Allah'tan başka bir takım ilahlar edindiler. Güya yardım olunacaklar.
[036.074](EM) Onlar, Allah'tan başka birtakım ilâhlar edindiler. Güya yardım olunacaklar.
[036.074](SA) Belki kendilerine yardım edilir diye Allah'tan başka tanrılar edindiler.

[036.075](AA) لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُندٌ مُّحْضَرُونَ
[036.075](AU) Halbuki ilâhların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır askerlerdir.
[036.075](DV) Oysa onlar yardim edemezler, ancak kendileri o tanrilara koruyuculuk icin nobet beklerler.
[036.075](EH) Onların onlara yardıma güçleri yetmez; onlar ise onlar (tanrılar) için celbolunan askerlerdir.
[036.075](EM) Onların, onlara yardıma güçleri yetmez. Kendileri ise onlar için bazı askerlerdir.
[036.075](SA) (O tanrılar) Kendilerine yardım edemezler. Tersine kendileri onlar için hazırlanmış askerlerdir (Onları korumaktadırlar).

[036.076](AA) فَلَا يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
[036.076](AU) (Resûlüm!) O halde onların sözleri sakın seni üzmesin. Kuşkusuz biz, onların gizlemekte olduklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz.
[036.076](DV) Bunlarin sozu seni uzmesin. Biz onlarin gizlediklerini de, aciga vurduklarini da suphesiz biliriz.
[036.076](EH) O halde onların lakırdıları seni üzmesin. Biz onların içlerini de biliriz dışlarını da.
[036.076](EM) O halde onların sözleri seni üzmesin. Biz onların içlerini de biliriz, dışlarını da.
[036.076](SA) Onların sözü seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da biliyoruz.

[036.077](AA) أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ
[036.077](AU) İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş.
[036.077](EH) İnsan görmüyor mu ki, Biz onu bir nutfeden yarattık da şimdi o çeneli bir çekişgen kesildi.
[036.077](EM) İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de, şimdi apaçık bir hasım kesildi?
[036.077](SA) İnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfe(sperm)den yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi?
[036.077-8](DV) Insan kendisini bir nutfeden yarattigimizi gormez mi ki hemen apacik bir hasim kesilir ve kendi yaratilisini unutur da: "Curumus kemikleri kim yaratacak" diyerek, Bize misal vermeye kalkar?

[036.078](AA) وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ
[036.078](AU) Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyor.
[036.078](EH) Yaratılışını unutarak Bize bir de mesel (örnek) fırlattı: "Çürümüşken o kemikleri kim diriltir?" dedi.
[036.078](EM) Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: "Kim diriltecekmiş o çürümüş kemikleri?" dedi.
[036.078](SA) Kendi yaratılışını unutarak bize bir mesel verdi: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi.

[036.079](AA) قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ
[036.079](AU) De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.
[036.079](DV) De ki: "Onlari ilk defa yaratan diriltecektir. O, her turlu yaratmayi bilendir."
[036.079](EH) De ki:"Onları ilk defa yaratan diriltir ve o yaratmanın her türlüsünü bilir."
[036.079](EM) De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir."
[036.079](SA) De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir."

[036.080](AA) الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
[036.080](AU) Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz.
[036.080](DV) Yas agactan size ates cikarandir. Ondan ates yakarsiniz.
[036.080](EH) O ki size yeşil ağaçtan bir ateş çıkarmasını sağladı da şimdi siz ondan tutuşturup duruyorsunuz.
[036.080](EM) Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O'dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız.
[036.080](SA) O size yeşil ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz.

[036.081](AA) أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُم بَلَى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ
[036.081](AU) Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.
[036.081](DV) Gokleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya Kadir olmaz mi? Elbette olur; cunku O, yaratan ve bilendir.
[036.081](EH) Gökleri ve yeri yaratan onlar gibisini yaratmaya kadir değil midir? Elbette kadirdir. Yaratan O, her şeyi bilen O!
[036.081](EM) Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Çünkü o her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.
[036.081](SA) Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratamaz mı? Elbette yaratır. O, çok bilen yaratıcıdır.

[036.082](AA) إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
[036.082](AU) Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.
[036.082](DV) Bir seyi diledigi zaman, O'nun buyrugu sadece, o seye "Ol" demektir hemen olur.
[036.082](EH) O'nun emri, birşeyi dileyince ona sadece "Ol!" demektir. O da oluverir.
[036.082](EM) O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece "Ol!" demektir. O da hemen oluverir.
[036.082](SA) O'nun işi, bir şeyi(n olmasını) istedi mi ona, sadece "ol!" demektir, hemen oluverir.

[036.083](AA) فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
[036.083](AU) Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir! Siz de O'na döneceksiniz.
[036.083](DV) Her seyin hukumranligi elinde olan ve sizin de kendisine doneceginiz Allah munezzehtir.
[036.083](EH) Artık tesbih edilmez mi öyle herşeyin hükümranlığı elinde bulunan yüce Allah! Hep de döndürülüp O'na götürüleceksiniz.
[036.083](EM) O halde her şeyin mülkü ve tasarrufu (hükümranlığı) elinde bulunan Allah'ın şanı ne yücedir. Siz de yalnız O'na döndürüleceksiniz.
[036.083](SA) Yücedir O ki, her şeyin hükümranlığı O'nun elindedir ve siz O'na döndürüleceksiniz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder